11 Şubat 2015 günü, Özgecan Aslan adında bir evladımız hunharca öldürülerek katledildi. Sanki ilkmiş gibi tüm ülke ayağa kalktı. Kadına karşı şiddet nedeniyle işlenen cinayetlerin, artık trafik kazası haberleri gibi sunulduğu ülkemizde, aslında bu ne ilk ne sondu.
Birçok kişi ağladı, sızladı. Ülke yöneticilerimiz yemin ettiler, katillere en ağır ceza verilecek diye. Gazeteler gündemlerini değiştirdiler, insanlarımız siyahlara büründü, karalar bağladı, erkeklerimiz etek giydi protesto etmek için. Sokaklara döküldük haykırdık: "Kadına uzanan eller kırılsın" diye, ama nafile...
Cinayetten 8 gün sonra da olsa bu tepkilere TSF Başkanı da köşesinde yazdırdığı ve yayınlattığı bir yazı ile katıldı. Ülke genelinde tepkiler o kadar üst düzeye çıktı ki, camimız da sessiz kalmadı ve camianın yoğun taleplerini gözönüne alarak, 2015 Arzum Kadınlar Şampiyonasını Özgecan Aslan’a ithaf etti TSF.
Ama aslında herkes günah çıkartıyor, vicdan azabından kurtulmaya çalışıyor. TSF Başkanının köşesinde 8 gün sonra yazdırdığı ve yayınlattığı yazıdan bir gün önce 18 Ocak 2015 günü Hüsne Aslan adlı bir evladımız, kadına şiddetin kurbanı oluyordu Antalya’da.
Bu iki evladımızın ölümlerinin arasında öldürülen, öncesinde ve sonrasında öldürülen o kadar çok insanımız var ki! Öldürülmeyip, şiddete maruz alan kadınlarımızın sayısı ise bilinmiyor.
22 Şubat 2015 günü (dün) Manisa Akhisar'da bir başka kadın ceseti zeytinlikte bulunuyordu, yine yakılmış.
Bu yüzden, ben olaylara biraz daha başka bir açıdan daha farklı bakıyorum.
Nasıl mı?
Kadına şiddet konusunda ülkede başından sonuna herkesin sorumlu olduğu yanlışların ardı ardına yapıldığını düşünüyorum. Satranç sporu da dâhil olmak üzere, kadın yurttaşlarımız her alanda eşitsizliğin, hor görülmenin, aşağılanmanın, ötekileştirilmenin sonuçlarını yaşıyor. Satrançla ilgili bir köşede olduğu için bu yazı, ona en son geleceğim ama genel kötü örnekleri saymakla başlamak istiyorum yazıma.
Sosyal Cinsel Ayırımcılık
Bence temel sorun bu. Eğitim sistemimizden tutun da konuşma tarzımıza kadar her alanda cinsel ayırımcılık ruhumuza kadar işlemiş insanımızın.
Önce atasözlerimizle ve deyişlerimizle başlamak istiyorum kötü örneklere:
“erkek ol erkek”, “erkek adam lafından dönmez”, “kişiyi vezir eden de karısı, rezil eden de karısı”, “kadın erkeğin şeytanıdır”, “Gece yağar gündüz açar, yıl düzgünlüğü; erkek söyler kadın susar, ev düzgünlüğü”, “er olan ekmeğini taştan çıkarır”, “dişi köpek kuyruğunu sallamayınca erkek köpek ardına düşmez”, “beş tavuğa bir horoz yeter”, “kızını dövmeyen dizini döver”
"kadının şamdanı altın olsa mumunu dikecek erkektir", "tarlayı düz al, kadını kız al",
"anasına bak, kızını al, kenarına (kıyısına, tarağına) bak, bezini al", "at beslenirken kız istenirken"
Böyle uzayıp gidiyor, rezalete bakar mısınız? Bilinç altımıza yüzyıllar boyunca işlemiş kadının aşağılanması.
Eğer bir yerden başlayacaksak bu atasözlerini kullanmayalım artık. Gelin atasözlerimizi bir kenara koyup günümüze dönelim.
Din adamı olarak kendini tanıtan ve bu şekilde devletin maaş ödediği birisi kalkıp “6 yaşındaki bir kız çocuğuna nikah olur” diyor. Yani yaş bir kenara, sapkınlık bir kenara, bakınız “erkek çocuğu” demiyor, "Kız çocuğu" diyor, gerçi sonraki konuşmalarında "erkek kız fark etmez" diyor ama aslında o kişinin söylediği de toplumun büyük bir kesiminin bakış açısını gösteriyor. Nedir o bakış açısı? “çocuğa kadın erkek olarak farklı cinsel bakış, kadını bir mal gibi görmek”
Bir başka pratik sorun da kadının geleceği hakkında erkeğin karar vermesi.
Meclisimizde inanılmaz bir eşitsizlik var ve kadın milletvekili sayısı çok az. Mecliste olan bir çok kadın vekil de kadına eşitlik konusunda çok sessiz kalıyor. Bazı partiler kadın kotaları konusunda, pozitif ayırımcılık yaptıklarını söylüyor ama sonuçta hala çok gerideyiz bu konuda.
Moritanya İslam Cumhuriyeti'ne sık sık gidiyorum. Afrika'nın bu ülkesinde, kadınların her kademede en az %25 seçilmesi gerektiğini gördüğümde şaşırmıştım. Ama biz o durumda bile değiliz.
Ben 7 Haziran'daki seçimlerde oyumu bir kadın adaya vereceğim. Çankaya’da ilk sırada kadın olan bir parti olması ilk koşulum olacak, sonra da ideolojik bakışı seçimimi belirleyecek.
"Kadın ve erkek eşit olsun” diyorsak her anlamda eşitlik olmalı
Matematiksel eşitlik olmazsa ben eşitliği kabul etmem.
Kadın – erkek vekil sayısı eşit olsun! 275 kadın 275 erkek olsun mecliste. Hatta anayasaya girsin bu madde. Vali, kaymakam, savcı, hakim v.b. gibi görevlerde de bu eşitlik korunsun. Hatta federasyon başkanlığı, yönetim kurulu üyelikleri seçimlerinde bile olsun bu durum.
Genel kötü örnekleri sayarken, bir de tahrik olayı var. “Kadın eğer mini etek giyerse”, “dekoltesi varsa”, “çok güzelse”, “yalnız başına gecenin bir yarısı sokakta dolaşıyorsa” gibi ön koşullarla başlayan insanlık dışı önermeler geri kalmışlığın en büyük örnekleri.
Hangisini saymalıyım ki? O kadar çok var ki ayırımcılık…
Eğitim sisteminde ayırımcılık, yaşama koşullarında ayırımcılık, uçakta, otobüste, yolda, işte, sporda, her yerde ayırımcılık yapacaksın ülke olarak, sonra binlerce cinayetten birisinde kalkıp, ağlayıp sızlayacaksın.
Sadece o insanlık dışı cani mi suçlu?
Şöyle iğrenç kınamalar da duydum, "insan cinayet işler tecavüz eder, ama yakılır mı kardeşim, bilek kesilir mi?" Yuh diyorum!
Bakar mısınız?
Toplum olarak biz hiç suçlu değil miyiz?
Yahu nüfus cüzdanının renkleri bile farklı: Mavi – Pembe.
Var mı daha ötesi? Neden iki renk? Niye tek değil?
O yüzden ben toplumun bir kısmının Özgecan Aslan’ın ardından ağlamasını samimi bulmuyorum. Herkes geçmişte ne yaptığına ne ettiğine baksın önce.
Türkiye suçlusun, bu suçunu itiraf ediyorsun o kadar! Vicdan azabı çıkartmaya çalışıyorsun, ötesi yok.
Bu nedenle, 8 gün sonra ‘Özgecan “son” olsun’ başlığıyla kaleme alınan yazı da yasak savma ve günah çıkartma; salonlara isim vermek de aynı statüde bence.
Aman ben bu popülist kınama furyasında geri kalmayayım diyen bir zihniyet bu.
Ardından zaman içerisinde unutulacak gidecek olaylar. Resimlerde yer alacak Özgecan ve Hüsne'nin güzel yüzleri, yitip giden en az benim senin kadar hak ettikleri ömürleri ise yok artık. Eylemlere katılanların bile gittikçe azaldığını görüyorum gözümle.
TSF'de Gülkız Tulay'ın yazısının yayınlandığı sırada, benim başlıkta ismini zikrettiğim Hüsne Aslan adlı kızımızın Antalya’da yine kadına şiddet anlamında katledilmesi haberleri gazetelerde yer alıyordu. Kötü bir tesadüf soyadları aynı olan iki evladımız katlediliyordu.
Yine popülist talepler sonucunda "2015 Arzum Kadınlar Şampiyonası" Özgecan Aslan’ın Anısına düzenleniyor.
Yani? Yine “günah çıkartmak”, “vicdan azabından kurtulmak”
Ne yapmak lazım?
Lafına bakılmaz, ayinesi iştir kişinin. Önce eylem yap! yönergelerinde, talimatlarında, prosedürlerinde kadına karşı ayırımcılık olan tüm unsurları kaldır.
Duyarlılık mı dediniz?
Ben olsam duyarlılığımızı şöyle gösterirdim: “ Şiddet nedeniyle kaybettiğimiz tüm kadınların anısına”. Özgecan’ımızın ve onun gibi katledilen bazı yurttaşlarımızın yüzleri de aynı şekilde yer alırdı afişte.
Ayırımcılığı her anlamda yok etmek lazım!
Herkes kendi kapısının önünü temizlese yeter aslında.
Biz satranca bakalım mı birlikte?
Size, bizim zamanımızda olmayan ama maalesef bir kadın Başkan zamanında ortaya çıkan cinsel ayırımcılıkla ilgili örnekleri bir sonraki yazımda sunacağım.
Bakalım zaman varken, bir kadın olan Başkanımız bu yanlışları düzeltecek mi?
İlan ediyorum düzeltsin, kendisine canı gönülden teşekkür edeceğim!
2 gün sonra bu köşede... Hoşçakalın…
Not: TSF'nin ardı ardına aldığı yanlış karar ve uygulamalar nedeniyle hızla yok edilen alt yapımıza ilişkin eleştirilerime devam ediyorum. Bir sonraki konu alt yapı ve alt yapıda kadına yönelik cinsel ayırımcılıkla ilgili olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder